TOBB - Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

“Akdeniz’deki istikrar, barış ve zenginlik hepimizin menfaatinedir”


16.11.2011 / İstanbul



Avrupa - Akdeniz Ekonomik ve Sosyal Konseyler ve Benzeri Kuruluşlar Zirvesi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi Başkanı Stefan Nilsson’un katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi.​ ​

 

HABER VİDEOSU İÇİN TIKLAYIN.

 

Zirvede konuşan TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Dünya ekonomisindeki ve bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecine ilişkin, sivil toplum kuruluşlarının da değerlendirmeleri olduğunu belirterek, “Bizim de vizyonumuz var. Dolayısıyla, çok iyi bir zamanlama ile bu Zirve’yi gerçekleştiriyoruz” dedi.
 
Son beşyüz yılda dünyada üç yapısal güç değişimi yaşandığını ifade eden TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu şunları kaydetti: “Güç dağılımı dengelerindeki kökten değişim, uluslararası siyasi, ekonomik ve kültürel yaşamı yeniden şekillendirdi. Son beşyüz yıldaki ilk güç değişimi Batı Dünyasının yükselişiyle oldu. Bu süreç, 15. yüzyılda başladı ve 18. yüzyılın sonlarında dramatik bir şekilde hızlandı. Bu dönemin temel özellikleri bilim, teknoloji, ticaret, kapitalizm, tarım ve sanayi devrimiydi.

İkinci önemli güç dengesi değişimi ise, 19. yüzyılın sonunda başladı. Bu yüzyılda, ABD’nin yükselişi sözkonusuydu. Bu süreçte, ABD’nin küresel düzeyde ekonomi, siyaset, bilim ve kültüre hakim olduğunu görüyoruz. Şimdi ise, güç dağılımı dengesindeki üçüncü büyük değişimi yaşıyoruz. Bu değişime ünlü yazar Ferit Zekeriya “the rise of the rest”, yani geride kalanların yükselişi diyor. Son yirmi yıldır, dünyanın muhtelif bölgelerinde, çok sayıda ülke, daha önce düşünülmesi mümkün olmayan hızlarda ekonomik büyüme yaşıyor”.

TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz sonucu çok sayıda gelişmiş ülkenin büyüme, istihdam ve borç sorunlarıyla boğuştuğu bir dönemde, yükselen ekonomilerin,  rekor ekonomik büyüme sürecini yaşadığını söyledi.

-“Demokratikleşme talepleri, sadece ülkelerde değil, küresel kurumlar için de dile getiriliyor”

Önceleri gelişmiş Batılı ülkeler dışında hızlı ekonomik büyüme yaşayan ülke sayısının sınırlı olduğunu belirten Hisarcıklıoğlu, “Ancak, 2010 yılında 85 ülke % 4 ve daha yüksek bir oranda ekonomik büyüme gerçekleştirdi. Ekonomik kriz öncesi dönemde, yani 2006 ve 2007 yıllarında bu sayı 125 ülkeye kadar yükselmişti.
 
Son yirmi yılda, yaklaşık 2 milyar insan dünya piyasasına, gerçek tüketici ve çalışan olarak dahil oldu. Bu inanılmaz büyümede, batı sermayesinin doğuya dönük doğrudan yatırımlarının çok ciddi payı var.

1990-2010 yılları arasında, küresel ekonomi 22 trilyon dolardan, 62 trilyon dolara yükseldi. Aynı dönemde küresel ticaret % 267 arttı. Yükselen ekonomiler, bu ekonomik büyümenin % 50’sinden fazlasını gerçekleştirmeye başladı. Küresel ticaret artışının da % 47’sini yine yükselen ekonomiler gerçekleştirdi.

Nasıl zenginleşen, refahın tabana yayıldığı ülkeler demokratikleşiyorsa, küresel ekonomi de zenginleştikçe, küresel yönetişim yapıları tartışmaya açıldı. Demokratikleşme talepleri, sadece ülkelerde değil, küresel kurumlar için de dile getirilmeye başlandı.

Bu hızlı ve çok sayıda ülkeyi kapsayan ekonomik büyüme, çok sayıda gelişmekte olan ülkenin kendisini, var olan uluslararası sistemin bir objesi ve gözlemcisi olarak görmelerini sona erdirdi. Bu ülkeler, artık kendilerini uluslararası sistemin, özellikle de ekonomik sistemin birer aktörü ve oyuncusu olarak algılamaya başladı” dedi.

- “Türkiye’de ekonomide yaşanan değişim ve dönüşüm, girişimci orta sınıfın da yükselmesine imkân sağladı”

Türkiye’nin 1980’li yılların başında, Turgut Özal’ın liderliğinde bu değişimi gördüğünü ve bu değişime ayak uydurmaya çalıştığını anlatan TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, “1980’li yılların başındaki Türkiye, bugünkü Türkiye’den çok farklıydı. O yıllarda Türkiye’nin ihracatı 3 milyar dolardı. İhracatın içinde tarım ürünleri ve madenlerin payı % 90 civarındaydı. Dünyanın 27. büyük ekonomisiydi. Oysa bugün Türkiye’de şehirleşme oranı hızlı biçimde arttı. Otomobil, makine, beyaz eşya ve elektronik gibi yüksek teknoloji ağırlıklı bir üretim düzeyine yükseldi. İhracatı da 130 milyar doların üzerine çıktı.
 
Halen dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz ve önümüzdeki 10 yılda, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı hedefliyoruz. Türkiye’de ekonomide yaşanan değişim ve dönüşüm, özel sektörün gelişimi kadar, girişimci orta sınıfın da yükselmesine imkân sağladı. Bu gelişmeyi Türkiye’nin tüketim kalıplarının değişmesinde rahatlıkla görebiliriz. İstanbul dışında da Türkiye’de ciddi ekonomik büyüme gösteren şehirler ortaya çıktı. Zenginlik ve refah, İstanbul’un yanında, ülkenin her tarafına yayılmaya başladı” şeklinde konuştu. 

-“Türkiye’nin dönüşüm sürecine katkı sağlayan o dönemin vizyon sahibi AB liderlerini selamlıyorum”

Türkiye’nin ekonomideki dönüşüm ve değişim sürecinde, Avrupa Birliği ile Ortaklık ilişkisinin, 1996 yılından beri uygulanan gümrük birliği ve tam üyelik müzakerelerinin çok ciddi katkısı olduğunu vurgulayan Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin dönüşüm sürecine bu katkıyı sağlayan o dönemin vizyon sahibi AB liderlerini selamladığını söyledi. 

O dönemin liderlerinin, Avrupa Birliği’ni çekim merkezi haline getirdiklerini belirten Hisarcıklıoğlu, “Benzer liderliği, artık sadece biz değil, sanırım tüm Avrupa halkları da bekliyor ve de özlüyordur. Bugün Avrupa’daki liderlik ve vizyon ekskiliği, maalesef dünyanın en başarılı ekonomik entegrasyon modelinin temelini atan Shuman, Monnet ve Adenauer gibi lideri, öbür dünyada da sanırım çok rahatsız ediyordur” dedi.   

-“Akdeniz’deki istikrar, barış, zenginlik hepimizin menfaatinedir”

Hisarcıklıoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye, özellikle, 2000’li yılarına başından itibaren, Avrupa Birliği katılım süreciyle birlikte, aynı zamanda siyasi alanda da köklü bir dönüşüm süreci yaşıyor. Bu süreçte, demokrasi, hukukun üstünlüğü, teşebbüs özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü ile kamu-özel sektör ortaklığı anlayışının etkisi ve katkısı son derece belirleyici olmuştur.
 
Aynı şekilde, 1995 yılında Barselona Süreci adıyla başlayan Avrupa-Akdeniz Ortaklığının, AB üyesi olmayan Akdeniz ülkelerinin ekonomik dönüşüm süreçleri açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle, Bölge ülkeleri ile imzalanan Serbest Ticaret Anlaşmalarının bu açıdan önemli bir fonksiyonu yerine getirdiği muhakkaktır.

Ben aynı zamanda Avrupa Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği EUROCHAMBRES’in Başkan Yardımcısıyım. Bu itibarla, EUROCHAMBRES olarak da AB’nin mali desteğiyle, Bölge ülkelerindeki özel sektör gelişimine ve yatırım ortamının iyileştirilmesine dönük projeler uyguluyoruz. “Invest in MED” projemizi bu çerçevede uyguluyoruz. Tabii zaman içinde, Barselona süreci isim değiştirdi. Akdeniz için Birlik adını aldı. Burada da başlangıçta, bazı kuşkuların ve soru işaretlerinin oluştuğunu kabul etmeliyiz. Ama sonuçta, ekonomik işbirliği, ticari ortaklık, yatırım, siyasi diyalog gibi ülkeleri birbirine yaklaştıracak, diyalog ortamı sağlayacak her adıma, biz Türk iş dünyası olarak destek vermeye devam edeceğiz.
 
Akdeniz kültürünün Avrupa Birliği’ne taşınması, Avrupa Birliği değerler hiyerarşisi içinde doğru konumlandırılması, öncelikle Avrupa Birliği’nin görevidir. Bu açından Barselona Süreci Avrupa Birliği’nin tamamına teşmil edilmelidir.

Bölgedeki dini ve kültürel farklılıklar, zenginlik olarak algılanmalı ve değerlendirilmelidir. Akdeniz havzasının güneyi ve Doğu Akdeniz ile ilişkiler, Avrupa Birliği içindeki başta ISLAMAFOBIA olmak üzere, dışlayıcı ve ötekileştirici her türlü yaklaşımdan uzak tutulmalıdır.

Biz biliyoruz ki, Akdeniz demek ortak bir kültür demektir. Akdeniz tek tanrılı üç dinin de doğum yeridir. Medeniyetlerin ve kültürlerin eridiği potadır. Ticaretin ve ticaret yollarının kavşağıdır. Dünyanın en önemli enerji kaynaklarının yataklarından biridir. Akdeniz, üç farklı kıtanın yer aldığı havzadır. Akdeniz’deki istikrar, barış, zenginlik hepimizin menfaatinedir. Biz, iş dünyası olarak, huzur, ticaret ve zenginliği birlikte düşünüyoruz.”

 

-Kalkınma Bakanı Yılmaz

Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz da Türkiye'nin borçların milli gelire oranına ilişkin Maastrich kriterini rahatlıkla tutturduğu gibi, oldukça da düşük düzeyde bir borçlulukla devam ettiğini belirterek, ''Bundan daha önemlisi, giderek de bu borcun düştüğü bir trend söz konusu. Önümüzdeki birkaç yıl içinde yine yüzde 30'lara doğru bir seyir içinde borçluluğumuzu görüyoruz'' dedi.

Bakan Yılmaz, etkinliğin hem dünyada ve Avrupa'da yaşanan kriz, hem de Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da yaşanan siyasi gelişmeler ile dönüşüm sürecine denk gelmesi açısından büyük önem taşıdığını vurguladı.

Söz konusu zirvenin devletlerarası bir zirve olmadığının, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası ve sendikaların bir araya geldiği uluslararası bir platform niteliği taşıdığının altını çizen Yılmaz, sivil toplumun sadece milli bir kavram olmaktan çıkma sürecinde olduğunu, artık küreselleştiğini ve bölgeselleştiğini belirtti.

Dünya hasılasının üçte birine yakın kısmının Akdeniz havzasında oluştuğunu, nüfusun yüzde 11'inden fazlasının bu bölgede yaşadığını anlatan Yılmaz, ancak bölge içinde ciddi anlamda dengesizliklerin de bulunduğunu, bir tarafta kalkınmış ülkeler, güçlü demokrasiler görülürken, diğer tarafta gelişmekte olan ülkelerin söz konusu olduğunu, ülkeler arası farklılığa bakıldığında kişi başına düşen gelirde bire beş oranında farklılaşma yaşandığını söyledi.

Cevdet Yılmaz, 21. yüzyılda da Akdeniz'i dünyanın odağında, barış ve istikrar bölgesi olarak görmek istediklerini dile getirerek, ''Yine Akdeniz'in serbest bir bölge olmasını vizyon olarak sanıyorum hepimiz paylaşıyoruz.

Malların, fikirlerin, insanların serbestçe dolaştığı ve refah üreten bir Akdeniz'i hepimiz hayal ediyoruz. Barış, istikrar ve refah bölgesi olan ve kendi içinde de daha fazla adalet üreten bir Akdeniz'i hepimiz arzu ediyoruz. Bunun için de son dönemlerdeki küresel krizi ve bölgesel siyasi dönüşümü çok iyi analiz etmemiz gerekiyor'' diye konuştu.

Bu konularda sivil topluma da ciddi rol düştüğünü vurgulayan Yılmaz, ülkeler arası işbirliğinde sivil toplumun son derece kritik rolü bulunduğunu, yeni şekillenecek küresel yönetişimde mutlaka sivil toplumlar arası diyalogun güçlenmesi gerektiğini söyledi.

Konuşmasında, Türkiye'nin kaydettiği ekonomik gelişmelere de değinen Yılmaz, ülkenin Akdeniz'in en köklü ülkelerinden biri olduğunu vurguladı.

Bölgede önemli bir aktör haline gelen Türkiye'nin, küresel kriz ve bölgedeki siyasi dönüşüm açısından son derece kritik bir ülke olduğunun altını çizen Yılmaz, Türkiye'nin krizde ekonomisini başarıyla yöneten az sayıda ülke arasında yer aldığını ifade etti.

Türkiye'nin borçlarının milli gelire oranının bu yıl itibariyle yüzde 40'ın altına ineceğine değinen Yılmaz, şöyle konuştu:''Maastrich kriteri yüzde 60... Birçok AB üyesi, avro bölgesindeki ülke bu kriteri bugün tutturamazken, Türkiye bu kriteri rahatlıkla tutturduğu gibi oldukça da düşük düzeyde bir borçlulukla devam ediyor.

Bundan daha önemlisi, giderek de bu borcun düştüğü bir trend söz konusu. 2009'da yüzde 45'lerdeydi, bugün yüzde 40'ın altına indi. Önümüzdeki birkaç yıl içinde yine yüzde 30'lara doğru bir seyir içinde borçluluğumuzu görüyoruz.''

Türkiye'nin önümüzdeki yıllara ilişkin hedeflerini sağlam zemin üzerinde 2023 vizyonu ile şekillendirdiğini anımsatan Yılmaz, ülke olarak dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girme hedefinin, her kesimin paylaştığı ortak bir vizyon haline geldiğini vurguladı.

Kadının toplum içindeki yerine de işaret eden Yılmaz, kadınların sosyal ve ekonomik hayata dâhil olmadığı bir kalkınma ve gelişme sürecinin düşünülemeyeceğini, Akdeniz bölgesinde değişik ülkelerdeki kadın girişimler ve sivil toplam örgütlerinin birbirleriyle diyalogunu önemsediklerini söyledi.

-Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün mesajı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Akdeniz havzasında artık demokrasi yönünde kuvvetli bir reform dinamiğinin hayata geçtiğini bildirdi.

Gül, ''Avrupa-Akdeniz Ekonomik ve Sosyal Konseyler ve Benzer Kuruluşlar Zirvesi''ne bir mesaj gönderdi.

Cumhurbaşkanı Gül, mesajında, zirvenin, sadece Avrupa-Akdeniz havzasında daha güçlü bir sivil toplumun gelişmesine katkıda bulunmakla kalmayıp, aynı zamanda ortak geleceği ilgilendiren iklim değişikliğinden, uluslararası mali krize uzanan geniş bir yelpazedeki pek çok konuya ilişkin tartışmalara da esaslı katkı sağlayan bir oluşum olduğunu vurguladı.

Avrupa-Akdeniz havzasında istikrar ve refahın güçlendirilmesi ve bölgenin bir barış alanına dönüştürülmesinin ortak hedefleri oluşturduğunun altını çizen Gül, söz konusu zirvenin de kurulduğu günden bu yana bu hedeflere ulaşılması için gayret sarf ettiğini belirtti.

Kuzey Afrika'da başlayan ve hızla diğer Orta Doğu ülkelerine yayılan değişim ve demokratik dönüşüm hareketlerinin bölgeyi tarihi bir dönemecin eşiğine getirdiğine işaret eden Gül, mesajında şunları aktardı:''Bu dönüşümün barış, istikrar, huzur ve refaha tahvil edilmesi elzemdir.

Bölgesel işbirliği ihtiyacı, bu şartlarda her zamankinden daha fazla hissedilmekte ve hepimize büyük sorumluluk yüklemektedir. Akdeniz havzasında artık demokrasi yönünde kuvvetli bir reform dinamiği hayata geçmektedir.

Her ülkenin kendine has tarihi ve kültürel özellikleri bulunsa da insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne dayanan, şeffaf ve hesap verebilir bir devlet sistemine sahip olunması, bölgedeki toplumların meşru ve müşterek beklentisini teşkil etmektedir.

Bu süreç başarıya ulaştığı takdirde, Avrupa-Akdeniz havzası ülkelerinin coğrafi anlamda olduğu kadar değerler temelinde de buluşmaları gerçekleşmiş olacaktır.

Ayrıca, bölgede ortaya çıkacak barış primi, Akdeniz havzasının kalbini oluşturduğu büyük Afro-Avrasya coğrafyasındaki halklara şüphesiz önemli faydalar sağlayacaktır.''

Abdullah Gül, mesajında, sivil toplumun, katılımcı bir demokrasinin özünü teşkil ettiğini, bundan dolayı zirveye katılan herkesin kendi toplumları ve bir bütün olarak Avrupa-Akdeniz havzasının geleceği için oynadığı rolün, bu özel dönemde her zamankinden daha büyük ve önemli olduğuna dikkati çekti.





Adınız Soyadınız
E-Posta Adresiniz
Kullanıcının E-Posta Adresi
Gönderenin Notu
Mesajınız Gönderilmiştir
İlginiz için teşekkür ederiz
ARAMA