Previous Page  62 / 80 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 62 / 80 Next Page
Page Background

62

72. GENEL KURUL

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği •

www.tobb.org.tr

Yine 2012 yılında Türkiye’de kişi başına düşen sera gazı salımı 5,9 ton karbondioksit

eşdeğeri olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamdaOECDveABülkelerinin ortalamasından

halen çok düşüktür. Elbette bu durum, bizi yeni koşullara uyum sağlamaktan

alıkoymamalı. Özelikle teknolojik dönüşümü bir an önce gerçekleştirmek zorundayız.

Hizmet sektörünün Gayrisafi Yurtiçi Hasılamızdaki (GSYH) yeri ve ağırlığı

gittikçe artmakla birlikte, gelişmekte olan bir ülke olarak, sanayisini de büyütmek

zorunluluğu olan bir ülkeyiz. Bu yüzden, yeni çevresel koşulları, dışarıya olan

enerji bağımlılığımızı ve ekonomik koşulları düşünerek, yeni sanayi politikamızı

kurgulamak zorundayız. Dolayısıyla, daha temiz teknolojilerle yol alırsak, bu süreci

bir avantaja dönüştürebiliriz.

Ayrıca, AB sürecinde de “Çevre Faslı ”21 Aralık 2009 tarihinden bu yana açık

fasıllardan birisidir ve Türkiye bu konuda ciddi yol almaktadır. Avrupa Birliği’nin

“Çevre” müktesebatına uyum konusu, teknik olarak zor ve aynı zamanda ciddi

yapısal değişimi gerektirmektedir.

O zamanki adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Avrupa Birliği

Entegre Uyum Stratejisi” raporu, uyum sürecinin yaklaşık 60 milyar Avro tutarında

bir yatırım zorunluluğu getirdiğini ortaya koyuyordu. Dolayısıyla, geniş bir çevre

gündemiyle karşı karşıyayız.

Avrupa Birliği ile müzakerelerde, “Çevre” faslındaki kapanış kriterleri göz önünde

bulundurulduğunda, iklim değişikliğini de kapsayan daha geniş bir çevre gündemi

ile karşı karşıyayız. Bu süreç, başta enerji, demir-çelik, madencilik, çimento, cam,

ulaştırma, tarım-hayvancılık, inşaat, kâğıt sanayi, otomotiv, denizcilik, kimya olmak

üzere birçok sektörümüzün geleceğini de yakından ilgilendirmektedir. Bu da bizi

bekleyen değişime hazırlıklı olmamız gerektiğini gösteriyor.

Özellikle de enerji odaklı sektörler açısından bu dönüşümü iyi okumak gerekiyor.

Bu durum, çevre, ekonomi, enerji ve teknoloji alanında pek çok politikanın ve hatta

paradigmanındeğişmesinesebepolabilecektir.Şirketlerindönüşenekonomilereayak

uydurması rekabetçi kalabilmeleri açısından kritik önem kazanıyor. Ayrıca, dönüşen

bu ekonomilerde yeni sektörler ve hizmetler de ortaya çıkmaya başlayacaktır.

Şirketlerin, yatırım kararlarını, iş planlarını ve operasyon süreçlerini, çevreye olan

etkileri ve iklim değişikliği riskleri açısından değerlendirmeden yapamayacakları bir

sürece doğru gidiyoruz. Bu süreci doğru okuyan ve dönüşümü sağlayabilen şirketler

açısından fırsatlar doğarken, bu dönüşümü kaçıran ve uyum sağlayamayan şirketler

için riskler oluşacaktır.

Bu yeni durum bizleri, özel sektörümüzü yakından ilgilendiren bu gelişim ve

dönüşümde sorumluluk almaya ve öncülük etmeye itiyor. Var olan üretimmodellerinin

geliştirilmesi ve yeni üretim modellerinin oluşturulması gerekiyor. Bu modellerle

üretim ve çevrenin korunması konusunda denge gözeten, yani üretimden ödün

vermeyen ve çevreye de zarar vermeyen bir yapı oluşturulmalı.